41. BÖLÜM
41. İHANET
Birisi Karina'nın kalbinin durmasını istemişti.
O gecenin başında, mektuba kalbimin yerinden çıkmayacağını çünkü kalbimin kızım olduğunu yazmıştım. Fakat o saniye göğsümün içinde bir boşluk açılmış, ellerimin yeri bile karışmıştı. Bu yüzdendir ki eğilip fişi tutarken parmaklarımdaki duyguyu kaybettim. Fişe bakarak üç derin nefes aldım ve avucumda sıkmaya başlarken öfkeli bir çığlık attım.
Bu evdeki biri Karina'nın fişini çekmişti.
Çığlığımın sesi bana geri dönerken kalktım ve iki adım attım. Fişi, yatağın yanındaki prize takıp kızımın yüzüne döndüm. Hayattaydı, birisi kalbini durdurmak istemiş olsa da yapamamıştı. Prizdeki fişi çekmişti ama makineler hâlâ kızıma bağlıydı ve onlar bataryalıydı, çalışıyorlardı. Fişi prizden değil, Karina'nın bedeninden çekersek ölürdü. Bunu bilmeyen birisi yapmıştı, Karina'nın odasına girip kızımı öldürmeyi istemişti.
"Karina," diye fısıldarken başımı çevirip ilerledim ve avuçlarımı hızlı şekilde yüzüne koydum; teninin ısısına, nabzına baktım. Birisi denemişti, doğrusunu bilip makine kablolarını Karina'nın bedeninden de çekebilirdi. Ya makine bataryaları boş olsaydı, fişi çektiği an şarjları olmadığı için çalışmayı durdursalardı? "Aşkım, aşkım... İyisin, iyisin! Aman Tanrı'm! Çok özür dilerim bebeğim, ben..." Sendeleyerek geriledim, elimi korkuyla ağzıma kapattım. "Kapını kilitlemiştim, anahtarın bendeydi..."
Kulaklarım uğuldarken dengesizce kapının oraya koştum, yere düşen çantamdan telefonumu çıkardım. Son numarayı aradım ve Deren telefonu, "Beni hemen özledin mi?" diyerek açtığında, "Eve dön," dedim panikle. "Eve dön, çok kötü bir şey oldu." Düşünmemiştim, ilk onu aramak istemiştim. "Aşkım lütfen eve dön."
Arabanın sert viraj alışını, fren sesini buradan bile duydum. "Sen iyi misin?"
"Ka… Karina..."
"Geliyorum,” dedi hemen.
Arama kapanınca telefonu elimden düşürüp bir süre dizlerim üstünde durdum. Sonra çalıştıklarını görmüş olsam da koşarak makinelere ilerledim, sırasıyla hepsini kontrol ettim. Yatağının etrafında tur attım, yanına gidip bir daha kızımın yüzüne, eline dokundum. Üstündeki örtüyü çekip vücudunu kontrol ettim, herhangi bir yarası var mı diye baktım. Yalnız fişi çekilmiş gibiydi ama kapıyı kilitlemiştim, kimin girebileceğini bilmiyordum.
Karina'mın yeniden incitilmesine izin vermezdim.
Koridora çıkıp merdivene ilerledim. Merdiven başından aşağıya, "Enrica!" diye bağırdım. Ellerimi ahşap merdivene öfkeyle vurdum. "Enrica, duymuyor musun? Derhal buraya gel!"
Koşturma sesleri duydum ve Sara merdiven boşluğunda göründü. "Efendim, n'oldu?"
"Enrica'yı çağır, çabuk!"
Tekrar koşturma sesleri gelirken hızla kızımın odasına geri döndüm. Yatağına kadar ilerleyip etrafta başka iz aradım. Şok etkisiyle düşünemiyordum, birkaç dakikaya ihtiyacım vardı. Kapının önündeki gölgeler dikkatimi çekerken, "Efendim?" dedi Enrica. "Beni çağırmışsınız, bir problem mi var?"
Vücudumda ağrı varmış gibi acı çekerek, "Bu gece malikâneye birisi geldi mi?" diye sordum yüksek sesle. "Herhangi birisi? Önemsiz saydığın birisi bile olabilir? Geldi mi?"
"Hayır efendim," dedi hızlıca. Başımı çevirdiğimde endişeyle izlendiğimi gördüm. "Kimse gelmedi. Siz çıktığınızdan beri buradayım, kimse yaklaşmadı bile.”
"Gözden kaçırdığın bir şey yok mu?" Karina'nın örtüsüne uzanıp omuzlarına kadar örttüm, narin vücuduna korkarak temas ettim. "Korumalardan birisi girdi mi peki eve?"
"Hayır, yalnız Salvador Bey çağırdığı için ben bir kez girdim," dedi ve içeriye tedirginlikle girdi. "Sorunun ne olduğunu söylerseniz..."
"Sara'yı çağır çabuk," dedim düşünceler kafamda uçuşurken.
Enrica geri çekildi ve o sırada asansörün sesini duydum. Adım sesleri yaklaştı ve Deren nefes nefese Karina'nın odası önünde durup endişeyle bana, kızıma baktı. "Karmen?" diyerek içeriye girdiğinde yatağın arkasından çıkıp ona koştum, endişeyle kollarından tutarak soluk almaya çalıştım. Boğazıma oturan hıçkırıklar yüzünden sözcükleri bir araya getirmekte zorlanınca, Deren yüzümü avucu içine aldı. "N'oldu? İyi misin? Karina iyi mi?"
"İyi," dedim kalbim sıkışırken. "Çok korktum! Birisi Karina'nın fişini çekmiş, gelince fişi yerde gördüm..." Parmak ucumla yeri ve sonra duvardaki prizi gösterdim. "Ben odanın kapısını kilitleyip gitmiştim, dönünce de yine anahtarla açıp girdim. Kim o fişi çekti bilmiyorum, bu evde böyle birisi yok!"
"Fiş çekildiyse?" Endişeyle Karina'ya baktı.
"Yok hayır," dedim hemen. "Prizdeki fiş çekilmiş ama makineler vücuduna bağlı ve bataryalılar, ancak şarjları biterse kapanırlar." Elimi bir daha şaşkınca açtığım ağzıma kapattım. "Deren... Ya birkaç saat sonra gelseydim? Makinelerin şarjları bitmiş olurdu, kızımı kaybederdim."
Elimi ağzımdan çekip omuzlarımdan kavradı beni, gözlerimin derinliğine baktı. "Kendini suçlamaya yer arama bebeğim. Odaya kim girmiş, onu öğrendin mi?"
Karina'nın yanına geri yürüyüp korkarak ellerimi üzerine uzattım. "Bilmiyorum, aklıma kimse gelmiyor."
Deren odayı, Karina'nın yatağını incelerken, "Efendim," diyen başka ses duydum. Gözlerimi Sara'ya diktim. Enrica hemen arkasındaydı. "Bir sorun mu var?"
"Bu odaya girdin mi?" dedim üzerine yürüyerek.
Gözlerini iki kez kırptı. "Hayır efendim, sizin izniniz olmadan nasıl girerim zaten?"
"Gecenin bu saatinde neden uyanıksın?" diye yüzümü yüzüne yaklaştırarak bağırdım. Saçları açık ve yüzündeydi, nadiren böyle görünürdü. "Saat dört! Çok erken. Üstelik... Evin anahtarları yalnızca sende var Sara?"
"Ben..." Bocalayarak koridoru gösterdi. "Babanızın ihtiyacı oluyor diye her gece bakıyorum, bu gece de odama geri dönerken sizin bağırdığınızı duydum."
"Babama soralım bakalım her gece onun yanına çıkıyor musun?"
Başını salladı. "Tabii, sorun efendim."
Enrica nazikçe araya girip, "Her gece babanıza muhakkak bakıyor," diye onayladı.
Deren kollarımı tutup beni kendisine çekerken, "Kamera?" dedi. "Kamera yok mu?"
Doğru bir hatırlatmaydı, bu evde çok sayıda kamera vardı. Kendimi hemen koridora attım ve gözüme kestirdiğim kameralara baktım. "Çalışıyorlar değil mi Enrica?"
"Tabii efendim."
Kamera kayıtlarının alındığı odaya inmek için hareket ettim ama sonra kızımı yalnız bırakamayacağım için olmaz, diye fısıldadım. Aynı sırada merdivenleri çıkmış olan Noah ile Dante'yi gördüm. Koridorda birikmiş olmamıza şaşırarak bu tarafa yürürlerken, "N'oldu?" diye sordu ortanca abim. "Karina'ya bir şey mi oldu yoksa?"
"Abi," dedim onlar bana, ben onlara yürürken. Hâlâ diğer olabileceklerin korkusu içindeydim. "Birisi Karina'nın fişini çekmiş, onu öldürmeyi denemiş."
Noah'ın elinde tuttuğu ceketi düştü ve gözleri kocaman açılarak yanımdan geçti, kendini Karina'nın odasının kapısına atıp, "Hayatta mı?" diye korkuyla sordu.
"Evet," dedim, Dante beni tutarken. "Fişi prizden çekmiş her kimse, makineler hâlâ bedenine bağlıydı. Ama... ama kim abi..."
Dante kendi duygularını benimle ilgilenebilmek için derinine gömüp beni tuttuğu gibi sıkıca sarıldı. "Karina hayatta," diye tekrarladı. "Kimin yaptığını buluruz. Önemli olan Karina'nın hayatta olması."
"Ama... olmayabilirdi abi, her şeye çok gecikebilirdim..." Abimin kollarından çıkıp kendi etrafımda döndükten sonra koşarak kızımın odasına geri döndüm. Deren büyük adımlarla arkamdan gelirken endişeyle izlediğini görüyordum. Ellerini omuzlarıma koyup beni dengede tuttu. "Güvenlik kayıtlarına bakıp kimin yaptığını bulduktan sonra hiçbir endişen kalmayacak. Karina da bir daha böyle bir şeyle karşılaşmayacak." Omzuma dudaklarını dokundurdu. "Sakinleş, buradayım. Daha da önemlisi Karina burada. İkimiz de seninleyiz."
Noah bize baktı ve ben de ona dönünce Deren'i görmezden gelmeye çalışsa da, "Haklı," dedi, sırf benim için.
"Ben Karina'yı bırakamam," dedim. "Siz bakın olur mu?"
Noah yeğenini öptükten sonra arkasını dönüp Dante ile bakıştı, Enrica ve Sara'yı benimle bırakıp asansöre yürüdüler. Korumamıza ve yardımcımız Sara'ya bakıp ikisini de incelerken, "Otur," diyerek beni kızımın yanındaki koltuğa oturttu Deren. "Kimseyi görmedin değil mi? Sen gelmeden bir süre önce yapılmış yani?"
"Görmedim," dedim Deren'in parmaklarını tutup sıkarken.
"Sara," diyerek o tarafa döndü Deren. "Uyanıksın madem, kimseyi görmedin mi?"
"Hayır," dedi Sara hemen. Üzerinde beyaz pijamalar vardı, ellerini önünde bağlamıştı. "Bu evde yaşayan tek yabancı olarak doğrudan beni suçluyorsunuz efendim, çok haklısınız. Fakat... hayatım üzerine yemin ediyorum ki Karina'ya asla zarar vermedim."
"Zaten kızıma zarar vermen için bir sebebin de yok değil mi Sara?"
"Elbette," dedi hemen. "Bu zamana kadar bir hatamı gördünüz mü efendim?"
"Bir hatanı görmedim," dedim. "Ama ben bu dünyada çok fazla şey gördüm.”
Enrica ve onu uzun uzun süzdükten sonra kızıma döndüm. Görebilseydi, konuşabilseydi, keşke söyleyebilseydi. Deren, Karina'nın eline dokunurken ne kadar titrediğimi gördü ve bu yüzden Karina'nın küçük elini benim avuçiçime koyup kendi avucunu da iki elimizin üstüne örttü. "Gerekirse burada nöbet tutarım, seninle Karina'nın da koruması olurum. Kimse onu incitmesin diye dilediğin kadar beklerim."
Gözyaşlarıyla bakarak, "Neden böyle bir anneyim?" diye sordum.
Şaşırdı soruma. "Nasıl bir annesin?"
Kendimden utanç duyarak Karina'ma baktım. "Sorumsuz bir anneyim."
Deren üçümüzün de birleşen ellerine baktı. "Şimdi böyle şeyler düşünme, bundan bahsetme. Yersiz bir düşünce, sen iyi bir annesin."
"Araba kapısını kilitlemeyi unutuyorum, onu kaybediyorum, bulamıyorum, yalnız bırakıyorum, bana ihtiyaç duyduğunda yanında olmuyorum..." Kızıma karşı o kadar fazla sorumsuzluğum vardı ki tüm bunları bilse ne hissederdi diye düşünüyordum. "Onu sevdiğimi söyleyip gece yanından ayrılıyorum... anneler çocuklarının yanında olur, bense..."
"… sen ise âşık olduğun insanın yanında birkaç saat geçirip aceleyle kızına döndün. Ben bir sorumsuzluğunu göremiyorum." Anlayayım diye hafifçe kafamı okşadı.
"Çok güçlüyüm ama onu bir türlü koruyamıyorum," dedim hissizce. "Hiçbir çocuk böyle bir anne istemez."
"Ama ben çocuğuma böyle bir anne isterim," dedi.
Annesinin sen olduğu bir çocuk düşünemiyorum.
İkisini diyen de sensin. Hangisi doğru?
Deren'in ikimizin elini de kapatan büyük avucuna bakıp sonra da ona döndüm. Diğer eli kafamın üstündeyken şefkatle Karina'ya bakıyordu. Ona zarar verilmiş olmasına öfke duyuyordu. "Bunun için yapman gerekeni biliyorsun," diye mırıldandım.
Yanaklarını şişirerek bana göz attı. "Yalvaracak mıyım?"
"Evet," dedim. O gün söylediklerim aklımdaydı.
"Asla," diye bir daha karşı koyup anlamam için de kafama vurdu.
Suratsız şekilde birbirimize baktıktan sonra Karina'ya döndük. Deren uçakta söylediği tarzda bir şey söyleyip, "Bu güzellik sakinleştiriyor," dedi Karina için.
"Sen Karina'ya istediğin zaman bakıyorsun, dilediğince izliyorsun, ben Nil'i görmek için neredeyse gururumu ezip geçtim, defalarca söyledim..."
"Bunun sebebi açık değil mi?" diye sordu.
Sesindeki hırs ve dışarıya çıkmak için yer arayan kızgınlığı fark edince, sinirlerim bozuk şekilde yüzünü inceledim. Onu ne kadar acıtmış olduğumu unutmayacağını biliyordum ama üstesinden geldiğini düşünüyordum. Fakat bazen, aniden kendimi görmeyi bile istemediği biriymiş gibi hissediyordum. Bir parçası hayatının sonuna kadar bana öfke duyacaktı.
"Karmen," diyen Dante'nin sesini duyduğumda abilerimin döndüğünü fark ederek o tarafa baktım. Elinde bir dizüstü bilgisayar tutuyordu, ekranın yansıyan ışığından açık olduğu belliydi. İçeriye girerken Deren’le birleşen ellerimize, sonra Deren'in yüzüne bakıp, "Çekil ayak altından," dedi sertçe. Geçtiğimiz gün yaşanan kavga yüzünden artık ona karşı hiç tahammülü yoktu.
Deren ona dik dik baktı. "Baltayı taşa vurup duruyorsun, en son kafana indireceğim.”
"İtalyanca konuş, piç herif," dedi abim ve aramıza girip dizüstü bilgisayarı kucağıma koydu.
Harika anlaşıyorlardı.
Elimi kızım ile Deren'den çekip dizüstünü tuttum, gözlerimi ekrana diktim. Deren, abime değil de sanırım bana izin vererek biraz çekildi, Karina'yı kontrol etti.
Açık olan videoyu başa sardım ve izlemeye başladım fakat kayıt en başından hayal kırıklığıydı. Evin içi çok karanlık olduğu için hiçbir şey görünmüyordu. Bir dakika kadar izledim ve sonra koridor başındaki gölgeyi fark edince heyecanlanıp görüntüyü yaklaştırdım. Görüntüdeki gölge karanlıktan ibaretti, sadece ilerleyişini görüyordum. Karina'nın odasına yürürken iki kez durdu ve geri döndü, zor fark edilen gölgesi uzaklaştı ama biraz sonra tekrar yürüyüp Karina'nın odasına ilerledi. Kapıyı, kilidi çevirerek açtı ve kararsızca bekledikten sonra içeriye girdi.
Ama birkaç dakika sonra çıktığında doğrudan merdivene yürüdü.
"Bu... bu bir kadın," dedim, yürüyüşünden anlamıştım.
"Evet," diyen Noah'ı duyup kapıya baktım. "Yürüyüşü kadın yürüyüşü."
Görüntünün devamında bir şey olacak mı diye izledim. Yakın zamanda kimse ekranda görünmeyince dizüstünü kenara bırakarak ayağa kalktım. Noah'ın arkasında duran Sara'ya ilerledim. "Bu evde kaç kadın var, Sara?"
Sara ellerini önünde sıkarak, "Üç," dedi. "Sizden hariç üç kadın var, efendim."
Önünde durduğumda omuzlarının titrediğini gördüm. Yüzüne düşmüş bir tutam saçını çekip kulağının arkasına koyarken, "Birisi Angel, diğeri Marianne," dedim. "Onlar yapmış olabilir mi?"
Sara buna ihtimal vermiyormuş gibi başını iki yana salladı. Yüzünde bir ümitsizlik, korku vardı. "Hayır efendim," dedi. “Yapmış olamazlar."
Bir anda onu duvara ittiğimde gözbebekleri büyüdü. Yüzüne yaklaşıp bir annenin öfkesiyle ona bakıyorken, "Geriye kim kaldı?" diye sordum.
Başını iki yana sallayarak, "Ben," dedi. "Ama yemin ederim ki yapmadım efendim, Karina'nın fişini çekmedim. Size de, bir çocuğa da bunu asla yapamam."
Sara'yı gerçekten seviyordum, hayatımın bu zamanına kadar da ona güven duymuştum. Bu, bizimle çalıştığı altıncı senesiydi. Dante onu, baskın yaptığı bir gece kulübünde, zorla fuhuşa sürüklenirken bulmuştu ve öldüremediği için İtalya'ya getirmişti. Kızı, bir aracıyla ailesine göndermek istemişti fakat Sara ailesinin hayatta olmadığını söyleyince Dante onu benim özel yardımcım olması için eve getirmişti. Bir yıl bana her türlü yardımı dokunup haddini hiç aşmadığında babam evin ihtiyaçları için de ona koşullar sunmuş ve Sara böylelikle hepimize, yüklü bir ücret karşılığında yardımcı olmaya başlamıştı.
Onun bunu yapmış olmasını hiç istemiyordum, hatta derin bir hayal kırıklığı hissediyordum. Fakat, görüntülerden sonra yapabileceğim tek şey onu bir süre buradan uzaklaştırmaktı. Kızımın güvenliği için, küçücük bir ihtimal bile varsa Sara'yı göndermek zorundaydım.
Duygusal hayal kırıklığımı kendime saklayarak geri çekildim ve Enrica’ya döndüm. "Sara'yı alıp buradan götürün ve ardından odasını, telefon aramalarını kontrol edin."
Sara, Enrica'nın da sevdiği birisi olduğu için gözlerinde bir üzüntü belirdi. Buna rağmen derhal harekete geçip ona ilerliyordu ki, "Aceleyle karar alıyorsun," diyerek yanıma yürüdü Dante. Karşımda, sırtı Sara'ya dönük şekilde durdu. "Sara bu zamana kadar hiçbir hata yapmadı, bu kadar kolay harcanmayı hak etmiyor. Yıllardır bu evde, Sara yerine hayatımıza yeni giren insanlardan şüphe duymalıyız."
"Kimden mesela?"
"Videonun devamını da izleyelim," dedi hemen, katı bir sesle. "Belki eve dışarıdan başkası girmiştir, ya da... Gönderilmiştir." Bakışları omzumun üzerinden Deren'i buldu ve daha sert şekilde ekledi. "Onun kızını kaçırdın, belki o da karşılığında kızına zarar vermek, ya da seni korkutmak istemiştir Karmen. İçeriye birisini sokmuştur, hatta korumalardan birisini bunun için ayarlamıştır bile..."
Bu özel geçirdiğim gecenin devamında, Deren'in bu şekilde suçlanmasına hasta oldum. Abime, "Deren tüm gece benimleydi, hiçbir şeyle alakası yok," derken, Deren de süratle abimin yanına yürüyüp dibinde durdu. "Siktirtme kendini Dante, belan olurum bak senin. Ben Karina'ya zarar vermem, ben bir çocuğa zarar vermem. Karmen sevdiği için Yaman'ı bile öldüremiyorum ben, Karina'yı mı öldüreceğim?"
"Sen yapmazsan Sara hiç yapmaz!" diye bağırdı abim, onu omuzundan sertçe iterek.
"Bir tokat daha atarım sana lan, piç!"
Deren yumruğunu kaldırıyordu ki, "Beyler!" diyerek araya girdi Noah ve ikisini de iterek birbirinden uzaklaştırdı. "Sara'ya zulmedecek halimiz yok Dante fakat görüntüdeki bir kadın ve Karmen ondan şüpheleniyor. Her şey açıklığa kavuşana kadar Sara'nın uzaklaşması lazım. Yeğenimiz için."
Dante Noah'a döndü. "Noah, hadi sen..." Bir anda durdu, gözleri kocaman açılarak bana döndü. "Sen, gece Deren’le beraberdik mi dedin?”
"Evet," dedi Deren, abimin üstüne gitmeye devam ederek. Kızımla ilgili korkularımdan sonra bu tartışma konusunu kaldırabilecek değildim. "Karmen şahit, saatlerdir beraberdik. Karina'ya bir şey yapmam imkânsız. Beraberdik. Yalnızdık.”
Dante ile Noah sırasıyla Deren ile bana baktılar. Beni baştan aşağıya süzünce dışarıdan gelmiş gibi göründüğümü ancak fark edebildiler. Dante, beraber geçirdiğimiz geceyi tahmin etmiş gibi bağırarak Noah'ı itti, Deren'in üzerine atlayıp yakasından kavradı. "Sen kimsin de benim kardeşimle gönlünce vakit eğlendiriyorsun! Seni aşağılık herif! Kız kardeşime dokunmayacaksın.”
Deren onu zerre umursamadan, "Siktir git," dedi. "Ben Karmen'e dokunmak için yalnız kendisinden rıza alırım!"
Konunun Karina'dan uzaklaşmasına duyduğum öfkeyle, "Yeter!" diye çığlık attım. Çığlığım yüzünden Deren de Dante de irkilip bana dönünce, kızımın odasını gösterdim. "Az önce ne yaşadığımın, nasıl korktuğumun farkında mısınız? Erkeksi egolarınızı sonra yarıştırın, şimdi buna vakit ayıramam!"
Abim ile Deren aynı anda ellerini birbiri üstünden çekip saygısızlık yaptıklarını fark etmiş gibi bakışlarını kaçırdıklarında, gözlerimi bir kez daha Sara'ya çevirdim. Dolu gözleriyle bana bakıyordu. "Enrica, sana söylediğimi yap," dedim.
Enrica'dan önce Dante eyleme geçti ve arkasını dönüp Sara'ya bakarken, "Ben yaparım," dedi. "Sara'yı evden ben uzaklaştırırım."
Sara Dante'nin gözlerine doğru baktı ve sonra bir anda dizleri üstünde önüme, yere çökerek, "Yapmadım," dedi. Ellerini çenesinin altında birleştirerek aşağıdan, yalvaran gözleriyle bana baktı. "Karina'ya zarar vermedim. Bu suçlamayla ölmek istemiyorum. Lütfen, babanıza sorun, gece yalnız ona bakmak için uyandım..."
Bu durumun beni ne kadar yaraladığını saklayıp, "Dante," dedim. "Sara'yı götür."
Dante huzursuzca eğilip Sara'yı kolundan kavradı ve onu dizleri üstünden kaldırırken, "Kalk," dedi, kısık sesle. "Madem yapmadın, dizlerinin üstüne çöküp af dileme."
Sara bu kez gözlerini ona kaydırdı ve yanaklarına yaşlar düşerken, "Böyle suçlanmak ağrıma gidiyor," dedi. "Efendim... Bana hiç mi inancınız, güveniniz yok?"
"Ben sana inanıyorum," dedi Dante ve onu daha sert tutup kaldırdı, ben istediğim için buradan uzaklaştırırken Enrica'ya seslendi. Enrica derhal onlarla asansöre yürürken, Sara yapmadığını söylemek için bir daha Dante'ye döndü. Asansör kapandığında omuzlarımı düşürüp ellerimi saçlarımdan sertçe geçirdim.
"N'oluyor burada?" diye kükreyen bir başka ses duyduğumda irkilip kafamı sol tarafa çevirdim, alt kattan bu kata çıkan Salvador'u gördüm. Üzerinde hâlâ gündüz giydiği kıyafetler vardı, dağınık ve yorgun görünüyordu. Buraya yürürken üçümüze de bakarak, "Bu gürültü ne?" dedi kızarak. "Karım üst katta, rahatsız! Uyanıp acılarını fark edecek diye aklım çıktı." Deren'e bakıp üzerine yürüdü. "Kardeşimin katında ne işin var? Bu yüzden mi kavga ediyorsunuz? Bu kata çıkmamalısın! Bak Deren... Kardeşlerim seninle kavga eder ama ben direkt öldürürüm seni."
Salvador, her zaman için söylediklerinde en ciddi ve en korkutucu olan abimdi. Deren de sanırım bunun farkına varmıştı, bu yüzden söyleyeceklerini hesapladığını gözlerinde gördüm. Fakat araya girip, "Karina'nın fişi çekilmiş," dedim abime.
Salvador bir şokla bana dönerek, "Kızıma bir şey oldu mu?" diye sordu, korkuyla.
"Kablolar hâlâ bedenindeydi ve bataryaları doluydu neyse ki." Sinirlerim bozulduğu için dolan gözlerimi kaçırdım. "Hayatta ama geç kalsaydım..."
"Kim yapmış?" diye bağırdı.
"Kamera kayıtlarına baktık. Çok karanlık olduğu için görünmüyor ama bir kadın gibi," dedi Noah.
"Bu evde bunu yapabilecek kimse yok," dedi Salvador abim. "Bir kadın hiç yok."
"Sara," dedim abime.
"Yapmaz," dedi elini sallayarak.
"Ben de yapmamış olmasını umuyorum.” Kalbimden geleni söyledim.
"Bu kız hangi niyetle, neden bunu yapsın aklım almıyor," dedi küçük abim.
"O yüzden Enrica'dan odasını, telefonunu kontrol etmesini istedim. Sayısız düşmanımız var, birisi onu ikna etmiş olabilir, ya da..."
Noah daha iyi niyetli düşünerek, "Zorlanmış da olabilir," dedi.
"Herkes çok gevşemeye başladı," dedi Salvador abim, kontrol ellerinden kayıp gittiği için sinirlenmiş gibiydi. "Tüm o korumaları topla bahçeye Noah, aşağıya iniyorum. Hepsiyle tek tek konuşacağım. Eve yabancı girmiş mi, öğrenelim. Karımın vurulduğunun aynı gecesinde Karina'nın da fişinin çekilmesi... Bin yılda olacak iki şeyin aynı gün olması tesadüf olamaz."
"Hemen abi," dedi Noah, abimin tekrar söylemesine gerek bırakmadan. "Sen Angel’ın yanına çık, ben tüm korumaları bir araya toplayıp sana haber vereceğim."
Noah asansöre yürürken Salvador abim Karina'nın odasına girdi. Ben de eşikten girdim ve kızımın yanına abimle yürüdüm. İyiydi ama ben kendime kızıyordum çünkü kızımın hayatını birkaç saat içinde tükenecek bataryalara bırakmış olmak bir anne olarak çok sorumsuz hissettiriyordu. Abim eğilip onu öperken ben de küçük elinden tutarak yanındaki koltuğa oturdum. "Lütfen, lütfen anneni affet aşkım."
Neden... Neden bu kadar düşüncesiz bir anneydim?
"Sen," diyerek beni süzdü o esnada abim. "Neredeydin? Geceleri Karina ile olurdun? Üstelik... Üzerinde elbise var."
Neyse ki elbisemin üstündeki ceketi hâlâ çıkarmamıştım çünkü elbisemin omuz kısmı yırtıktı, Deren bir ara üzerimden çıkarırken yırtılmıştı ama ceket örtüyordu. "Korumamla bir toplantımız vardı," dedim.
"Toplantı?" diye vurguladı abim.
"Evet," dedi Deren. "Bir konuyu masaya yatırdık, üzerinde çalıştık."
Salvador gözlerini ikimiz üzerinde gezdirdi. "Gecenin ikisinde toplantı?"
"Benim beynim geceleri daha iyi çalışıyor," diye mantıklı bir açıklama yaptı Deren.
"Evet, gündüz beyninin çalıştığına hiç rastlamadım."
Salvador abim bunu söyleyip her ikimizin de yüzünü inceledi. Bu sırada kızımla ilgilenip bu konunun üzerine gitmemesini diledim. Karina'nın alnından bir daha öpüp doğrulduktan sonra yatağın etrafını dolandı, kapının önünden geçerken Deren'e sertçe baktı. Sonra koridora çıktı ve Deren, abimle eğlenmiş şekilde sırıtırken Salvador aniden geri döndü. Hızlı ve beklenmedik anda yumruğunu Deren'in suratına geçirdi. Deren, daha abimi göremeden aldığı yumrukla bağırıp elini suratına götürürken Salvador tısladı. "Bir daha kardeşimle gece toplantısı yapmak yok!"
Bunu söyleyip bir saniye daha durmadan koridora çıkıp ilerleyince ağzımda ufak bir aralıkla Deren'e baktım. Salvador'un arkasından baktıktan sonra aynı öfkeyle bana dönüp, "Vurdu," dedi, sayıklayarak. "Bana vurdu! Yumruk attı!"
"Çünkü anladı," dedim.
"Seviştiğimizi mi?" dedi, parmağıyla burnunu yoklayarak.
"Bağırmak zorunda mısın?"
"Daha da duysun o zaman," diye koridora doğru bağırdı.
"Buraya gel," dedim Deren'e. Abimin yumruğu ağır olmuştu, kalıcı bir hasar bırakmasını istemezdim. Deren hâlâ koridora öfkeyle bakarken yanıma yürümeye başladı ve karşımda durduğunda, "Eğil," dedim bu kez de.
"Bir şey yok," dese de önümde eğildi. Ellerini koltuğun iki tarafına koyup yüzlerimizi hizaladı. Parmak uçlarımla kızaran burnuna dokunup kontrol ettim. "Biraz buz koymak gerekir. Yoksa birkaç gününü ağrılı ve şiş geçireceksin."
"Yumruk atıp elini kolunu sallayarak gitti," dedi, abimi bana şikâyet ederek.
"Ben hâlâ nasıl hayattasın ona şaşırıyorum," dedim. Üç mafya abime rağmen.
"Aşkın beni hayatta tutuyor," dedi, kimse duymasın ister gibi fısıldadı.
"Shakespeare'a meydan okuyorsun."
Burnuna bir daha dokunup sinirle inlerken, "Bir daha gece randevusu yok mu gerçekten?" dedi.
Kalbim incinmiş ve sinirlerim bozulmuş olduğu için bu konuşmayı devam ettiremedim, kızıma döndüm. Yaklaşarak yastığını düzelttim, yüzünü kendime çevirip gözyaşlarımla gülümsedim. "Evet, böyle bana bak aşkım. En azından ben öyle hissedeyim, yüzün bana dönük olsun."
Deren de yumruk yemiş olmaktan dolayı kırılan gururunu ve acısını yok sayarak, "Kalbi hep sana dönük," diye fısıldadı.
"Gerçeği söyle," dedim, sinir olarak. "Kızımın bana kırgın ve kızgın olduğunu söyle. Çünkü doğrusu bu."
"Eğer öyleyse de uyanınca kızgınlığı geçer. Sana kızgın kalınmıyor."
Bana kızgın kalamadığı için kendine kızıyor gibiydi.
"Bir kez olsun iyi bir anne olamayacağım," dedim. Sonunda o damla gözpınarımdan kayınca. "Kızıma cehennem gibi bir hayat verdim."
"Peki korkuyor musun?" diye sordu.
"Neyden?"
"Bir daha... Anne olmaktan?"
Yüzümü önüme eğip gözyaşlarımı aceleyle silerken, "Çok," dedim.
Sert bir nefes alıp, "Ne olursa olsun," dedi. "Yeniden dünyaya gelse, ona sorulsa, tekrar senin kızın olmayı isterdi."
Sinirle güldüm. "Yeniden ölmek için mi?"
Ellerimi yüzümden hızlıca çekerek çenemi yukarıya kaldırdı. Kirpiklerim parlak olduğu için yüzü de pürüzlü görünüyordu. "O hayatta. Kalbi atıyor, nefes alıyor. Bir gün uyanacak. Acılarını unutacak, iyileşecek, sana anne diyecek."
Kendime karşı öfke ve nefret duyarak, "Çok sorumsuz davranıyorum, Deren!" dedim. "Nasıl daha sorumlu olabilirim, bilmiyorum. Elimden geleni yapıyorum ama anlık hatalarım yüzünden... onu incitiyorum."
"Sana söyledim, Karina'nın da koruması olabilirim. O zaman kimse ona tek bir şey yapamaz."
Gözlerimi kıstım. "İki maaş birden mi isteyeceksin?"
Sırıttı. "Herhalde."
"Sen hakikaten paragöz bir adamsın," dedim, ciddi bir tespitte bulunarak.
İtiraz etmeden, "Bir çocuk bakmak kolay değil," dedi. "Ben şimdiden Nil'in lise masraflarını düşünüyorum, çok para lazım..." Omuz silkti. "Nil bir de süslü, kesin sürekli alışverişe çıkar, para yetiştirmek zor olur. Hayır da diyemem, diyemiyorum."
"Süslü mü? Çapkın diyecektin sanırım."
Huzursuz olarak kaş çatınca, omuzlarımı umursamazca silktim. Parmağının tersini kirpiklerime dokundurarak kalmış biraz yaşı sildi. "Ee, Karina'nın koruması mıyım?"
"Neden olmak istiyorsun?"
Bakışlarını kaçırarak, "Onun bir şeyi olmak istiyorum," dedi. "Ve sanırım... yalnızca koruması olabilirim. Başka bir seçeneğim yok. Üstelik koruması olursam tamamen o görev bilinciyle, onu koruyarak hareket ederim."
"Kabul edebilirim ama ayrı bir maaş daha vermem," dedim.
"Neyse ki annesini çok seviyorum, parasız da koruması olabilirim," dedi.
Kızımın avucunu, dünyayı tutuyor gibi tutarak, "Çantada telefonum vardı," dedim Deren'e. Az önce söylediği yüzünden kalbim buzul gibi çözülmüştü. "Verir misin?"
İkiletmeden yerdeki çantamı alıp geldi. Telefonu çıkarıp doktoru aradım, gelebileceği en yakın zamanda gelmesini rica ettim. Karina'nın değerlerinde sorun olmasa da doktor kontrolünden geçmesini istiyordum. Üstelik rapor sonuçlarını da öğrenmem gerekiyordu, her ne kadar hazır hissetmesem de.
Günün ilk ışıkları odanın içini aydınlatırken hâlâ Deren’le beraber Karina'nın odasındaydım. Yalnız abilerimi görmek için camdan dışarıya baktım. Abilerim ve kırktan fazla koruma arka bahçeyi kaplamıştı, Salvador gür sesle konuşuyordu. Yerde dayak yemiş üç koruma vardı. Bunlar, Angel ile Marianne'i alışverişe götüren korumalardı.
Abilerim korumalara vakit ayırıp dünden beri yaşanan olağanüstü olayların peşine düşmüşken araziye giren aracı gördüğümde doktorun geldiğini anladım. Deren'e kızımın yanından hiç ayrılmaması gerektiğini söyleyerek kapıyı açmak için indim. Doktoru karşılayıp kendisiyle beraber kızımın odasına çıktık ve o, anlattıklarımla beraber cihazları kontrol etti. Birazdan, "Bir sorun görünmüyor," dedi.
"Evet, ben de anladım fakat sizin de onaylamanız çok önemliydi benim için." Deren gerçek bir koruma edasıyla odanın kenarında dikilip doktor ile beni izlerken kızımın yüzüne bakıp sorup sormamakta kararsız kaldığım o gerçekleri düşündüm. "Karina'nın test sonuçları çıktı mı? İncelemeler... Onun için ne diyor?"
Doktor elini Karina'nın cihazından çekip doğruldu. "Kızınız... İyi değil."
Karina'nın elinin üstünü okşayan parmağım dondu.
"İyi olmadığını biliyorum ama... ne kadar iyi değil?" Karina'm... Sevdiğim, âşık olduğum kızım, Karina'm... Hiç koruyamadığım kızım.
"Kızınız hasar almış, bir süre beynine oksijen gitmemiş. Bu sebeple de komaya girmiş." Doktor siyah, zarf şeklindeki çantasını açarak içerisinden zımbalanmış bir evrak çıkardı. "Burada yazıyor, siz de inceleyin. Kızınızın solunumu ve organları hâlâ beyninin kontrolü altında olsa da vücudu çok yorulmuş. Beyin ölümü gerçekleşmemiş olsa da... buna daha ne kadar dayanır bilemiyorum."
O buna dayanamıyor, ben ise yokluğuna.
Ama… Tanrı'ya bunun için yalvarmıştım, kızımı son bir kez daha görebilmek için. Ve görmüştüm. Onu görmem için elimden geleni yapıp hayatta kalmıştı. Savaşmıştı.
Tüm sorumluluğu ona bırakıp, her şeyi ben yapmışken uyanması için zorlayamazdım. Huzur bulsun istiyordum çünkü onu kendimden fazla seviyordum.
Deren benim yerime, "Ama yine de uyanma şansı var?" diye sordu doktora.
"Ümitsiz olmak istemem ama kızımız çok küçük, uyansa dahi endişe duyacağımız başka şeyler olacaktır..." Doktor gözlerini bana çevirdi ve söylediklerinden dolayı kendisinin de canı sıkılmış gibi iç çekti. "Neyse, ben sizi daha fazla yormayayım. Hemşiresiniz, evrakları inceleyin. Görüşmek için de hastaneye beklerim."
Deren, doktoru geçirirken ben kızımla kaldım. Gülümsemeye çalışıp gözyaşlarımı sildim. "Karina'm... Çok uzun süredir savaşıyorsun, biliyorum. Dayanıp direndin, biliyorum. Ama eğer yorulduysan... Pes edebilirsin aşkım. Ben sana kırılmam, kızmam. Sen, benim her zaman güçlü ve savaşan kızım olacaksın." Yanağından, dudaklarım titreyerek öptüm. "Mis gibi kokuyor benim kızım, çok tatlı, çok güzel, prenses gibi. Uyuyan güzelim benim, kelebeğim."
Kanatların böyle vahşice koparıldığı için özür dilerim.
Ne kadar suçlu hissediyorum, bilemezsin.
Başımda ağırlık hissedince Deren'in eli olduğunu anladım. Eğilip dudaklarını saçlarımın üzerinde dura dura gezdirdi. "Artık acı çekmeni istemiyorum."
Ben kızımı, o beni öperken, "Bunun için ölmem gerekir," dedim.
"Yani ölmemiz," dedi.
Ben kızımla ölebilirdim ama o bizimle ölemezdi. Çünkü Nil vardı.
Tırtılımız.
"Biraz uyu," dedi Deren, sonra da beni kaldırmak için hamle yapınca, "Hayır," dedim Karina’nın çarşafını sıkıca tutarak. "Yalnız bırakmayacağım kızımı."
"Ben yanında dururum," dedi yumuşayan sesiyle.
"Beni ister."
İstersin, değil mi anneciğim?
Sen benim hislerimsin, ben senin sessizliğinim.
Sen benim kalbimsin, ben de bu yüzden ölümsüzüm.
Sen bensin, ben senim.
"Korumasıyım artık, bana güvenmiyor musun?" Karina'nın koruması olmaktan gurur duyar gibi söylemişti bunu.
"Bırakmayacağım, yanından ayrılmayacağım, kızıma sarılacağım." Yanağına bir öpücük daha koyup hissetti mi acaba diye yüzüne baktım. "Çok güzelsin, ne yaşamış olursan ol. Kimse, hiçbir şey senin güzelliğini bozamaz."
"O senin kızın, güzel olduğunun zaten farkındadır," dedi Deren.
Bu kelime sanki ikisi arasında bir yakınlık varmış gibi hissettirip beni gülümsetti. "Seni görse... çok çekinir biliyor musun? Göğsüme sarılır, bana gizlenir, ben de anlarım onu, utanması geçene kadar kucağımda tutarım."
"Benimkinde hiç utanma yok," dedi Deren, sesinde bir gülümseyişle. "Abilerini bile soruyor, Yaman'dan bahsederken gülüp duruyor, üstelik bir de naz yapıyor..."
"Beni görünce nasıl seni bile unuttu," dedim.
Omzumu ovaladı. "Hatırlatma. Kızmış gibi yapmam gerekiyor, şu an yapamam."
Deren'in kalbinin derinliğini ve aslında ne kadar hassas olduğunu, kurduğu bu tarz cümlelerden anlıyordum. Ailesinin ölümüyle beraber sürüklendiği hayatta elleri, görünüşü, bakışları sertleşmiş olabilirdi ama göğüskafesi kalbini korumuştu.
Kızımın yanından ayrılamadım. Gitmesi gerekirken Deren de gidemedi, ruh halim onu endişelendirmiş gibiydi. Yanağım Karina'nın yastığına değerken Deren'in ona aldığı gülü koklattım. Sonra doğruldum, Deren'e göz attım. "Ben yengeme bakacağım, Karina'nın yanından ayrılma tamam mı?"
"Asla," dedi.
Odadan çıkarken bile hâlâ geri dönmeyi istiyordum. Yanından geçerken Deren beni kendisine çekince izin verdim. Gözlerimin içine bakarak boynuma eğildi, sıcak dudaklarını sürterek öptü.
İki alt kata inip odanın kapısını açtım. Yengem, kolunda serumla yatakta uzanıyordu. Geniş odada ilerleyip serumunu kontrol ettim. Hafifçe terlemişti ama sakinleştirici ilaçlar sayesinde rahatça uyuyordu. "Orlando olabilir mi, Angel? Hem sana hem de Sara'yı kullanıp Karina'ma zarar vermiş olabilir mi?"
Yengem sayıkladı. "Salvador, kocam..."
Gülümsedim. Bu dünyada onun için abimden daha değerli başka şey var mıydı acaba?
Yengemi rahatsız etmeden odadan ayrılıp babamın yanına çıktım. Odasına girdiğimde yatağında uyuyor olduğunu gördüm. Yatağının yanına oturup onu izlerken yanaklarımdan birer damla yaş düştü. "Baba... Ben kötü bir anne miyim? Neden düşüncesizim, bir şeyleri eksik yapıyorum? Sadece âşık olduğum adamla birkaç saat geçirmek istemiştim çünkü onu çok özlemiştim. Kızımın güvende olduğunu sandım, hemen döndüm ama... Ah, çok yoruldum baba, Karina ile sınanmaktan çok yoruldum."
Beni duymadığını biliyordum, ilaçları yüzünden derin bir uykudaydı. Yanağından öptüm. "Acaba büyük babamın yanına gitsem, Karina için dua eder mi? O iyi bir insan, papaz, belki duası kabul olur. Ben günahkâr birisiyim, hiçbir dileğim, duam kabul olmuyor..."
Belki de Mark'ı öldürdükten sonra büyük babamın dediğini yapmalıyım. Kızımı alıp manastıra gitmeliyim, onu koruyup dua etmeliyim.
Başımı sallayarak odadan ayrıldım, koşarak üst kata çıktım. Karina'mın odasına girerken de Deren'in Karina ile konuştuğunu duydum. "Uyanınca bana bir kere baba der misin, baban kıskansın. Sonra abi dersin ama bir kere baba de, tamam mı..."
Aralıktan onlara baktım. Deren koltukta oturmuş, onun küçük elini yanağına sürtüyordu.
Kapıya yaslanıp birkaç dakika durdum, sesli olarak yansıtmadığım düşüncelerimle beraber odaya girerken, "Bir karar verdim," dedim Deren'e.
İrkilip koltukta döndü, Karina'nın elini örtünün içine koydu. "Ne kararı?"
"Kendimi Karina ile manastıra kapatacağım, günahlarımdan temizleneceğim." Kararlı şekilde baş salladım.
Deren bir süre gözlerini kırpıştırdı. "Rahibe mi olacaksın?"
"Evet," dedim. "Rahibe olacağım."
"Hasbinallah..." burun kemerini sıktı.
Mark'ı ve diğerlerini öldürüp artık günahsız yaşayacaktım, bunun karşılığında da belki Tanrı kızımın yaşamasına izin verirdi.
"Kızım, senin çocuğun var. Rahibeler bakire olmuyor mu? Bana neler konuşturuyorsun ya..."
"Olsun, bundan sonra öyle yaşarım." Omuz silkerek yanına yürüdüm, dizinin üstüne oturup kızıma gülümseyerek baktım. "Büyük babam papaz, günahlarımdan arınmamı söyledi, haklıdır belki."
"Ha, adam öldürmeyi bırakıp rahibe olacaksın yani?"
"Evet."
"Benimle sevişmeyi de bırakacaksın?"
"Evet. Benden rahibe olmaz mı?"
"Olmaz," dedi doğrudan.
"Olacağım, büyük babam halleder. İncil de okurum, biraz biliyordum, umarım unutmamışımdır."
"Rahibeler kucağa oturmaz, kalk o zaman," dedi Deren, homurdanarak.
"Henüz rahibe değilim," diye açıkladım kızarak.
Uzun uzun iç çekti. Sonra da, "Delidir ne yapsa yeridir," diye söylenerek başımı göğsüne yasladı.
Gün iyice aydınlanırken vücudum istemsizce Deren'in göğsüne doğru uzandı, ellerim gömleğini tuttu. Karina'mın yanından ayrılamadım, kimsenin ona dokunmaması için hep yanında kaldım. Ben bile dokunamıyordum, öperken iki kez düşünüyordum.
Bir noktada vücudum iflas etmiş olmalıydı çünkü kendime gelirken Deren'in o sert göğsünde değildim. Yatağımın yumuşaklığını fark ederek gözlerimi açtığımda tavanı gördüm. Karina'mın yanında olmadığım düşüncesi beni endişeyle yataktan doğrulturken de çaprazdaki koltukta duran Deren'i gördüm. Huzursuz, hatta öfkeli diyebileceğim gözleriyle bana bakıyordu. Üstümde yalnız elbisem vardı. Uyuyup uyanmam arasındaki zamanı düşünürken, "Karina'nın yanında kalacaktım, niye beni buraya getirdin?" diye sinirle sordum.
Cevap vermeyip dikkatlice bakınca huzursuzluğunun sebebini anlamayarak yataktan doğruldum. Hemen kızımın yanına gidecektim ama bu vaziyetin sebebini de öğrenmek istiyordum. Deren'in gözleri yüzümden kopup sol kolum boyunca ilerleyerek kesiklerin üzerinde dururken, ben de onun elinde tuttuğu kâğıdı gördüm. Telaşlanıp hemen komodine baktım, açık olduğunu görünce de kâğıdı bulduğunu anladım.
Deren anladığımı fark edip koltuktan kalktı ve elindeki kâğıda bir daha bakarak bana yaklaştı. Aramızdaki iki adımlık mesafenin karşı tarafında durup kâğıdı incelerken, "Üç kişinin üzerine çizik atmışsın," dedi. "Feda. Kadın doktor. Benim öldürdüğüm adam." Kâğıdı avucunda sıkarak başını tekrar bana doğru kaldırdı. Komodini ne için açıp o kâğıdı bulduğunu bilmiyordum. "Dördüncü çiziği kendi isminin üzerine mi atacaksın?"
"Mark'ın," dedim.
"Ya sonra? Sen ölünce ben mi isminin üstüne çizik atarım?"
"O kâğıdı... Karina'yı bulmadan önce yazmıştım.” Sol kolumu arkama sakladım.
Kâğıt avuçiçinde ezilirken, "Ben hayatındayken," dedi. "Karina yoktu ama ben vardım. Bunun senin hayatta kalmana bir etkisi yok mu?"
"Ölmem için başını sallayan sen mi söylüyorsun bunu?"
O bile benim ölmemi istemişken... Ben bu kadar suçluluk ve kayıpla nasıl ölmeyi istemezdim?
Keyifsizce gülerken burun kemerini sıktı ve yumruğunu sıkıp gevşetirken, "Karina ölse... Sen de kendini öldürecek misin?" diye sordu.
Kendi ölümümün düşüncesini soğukkanlılıkla karşılayıp gözlerimi kaçırdım. "Öyle bir durumda... acılarım dinsin istemez misin?"
Kâğıdın buruşturulma sesi devam ederken, "İsterim," dedi. "Ama ya benim acılarım? Ben ölünce bile senin olmak isterken... Sen yaşarken benim olamıyorsun."
Sesindeki acı yüzünden durumu toparlamak istedim. "Karina'yı tekrar kaybetsem ne düşünürüm, bilmiyorum," dedim. "Kâğıt eski, zaten sen de intiharı denediğimi biliyordun. Mesele senin olamamak değil... Kızıma gitmekti. Üstelik sen o zaman yaşamamı da istemiyordun."
Aramızdaki mesafeyi öfkeli adımlarıyla kapatıp karşımda durdu ve buruşturduğu kâğıdı parçalayarak yırtarken gözlerimin içine baktı. "İşte bunun için yalvarabilirim. Hayatta kalman için. İstediğin gibi... yalvarabilirim sana… yaşaman için." Kâğıtları yere fırlattı. "Senin gücün yok da benim var mı sevdiğim birisini daha kaybetmeye?"
Yere düşen kâğıtlara ve sonra onun yalvarmayla kızgınlık arasında karmakarışık olmuş gözlerine bakarak yutkundum. Sanırım ölümümden sonra yaşamaya devam edecek olmasıydı onu daha da korkutan, kendini bırakamayacak olmasıydı. Çünkü dünyalar kadar sevdiği kızı vardı.
Uzanıp arka tarafıma sakladığım sol kolumu çekince göğüslerimiz birbirine çarptı. Gözlerini indirip izlere tekrar tekrar baktıktan sonra beni bırakıp uzaklaştı, arkasını dönüp kapıyı çarparak çıktı.
"Hem kızıyorsun hem üzülüyorsun, dengesiz," diye seslendim arkasından.
Kızgınlıkla ve çıplak ayaklarım, yırtık elbisemle odamdan koşarak ayrıldım. Koridora çıkınca Deren'in süratle asansöre yürüdüğünü gördüm. Arkasından koştum ve geldiğimi anlayarak bana döndüğünde nefes nefese üzerine ilerledim. Asansör kapıları açılmıştı, onu içeriye girmek üzereyken kolundan tuttuğumda alev alev gözlerini bana doğru çevirerek üzerime doğru yalpaladı. Birbirimize sinirle baktık. Sonra, sonra...
Aynı şeyi hissettik.
Deren beni tuttuğu gibi asansörün içine çekti, sırtımı geniş asansör duvarına çarpıp çenemi yukarıya kaldırmak için tuttu. Birbirimizin gözlerine baktıktan sonra eğilip dudaklarını sertçe dudaklarıma bastırdı, dilini ağzımın içinden kaydırarak beni öpmeye başladı. Çıplak ayaklarımla onun ayakkabısının üstüne çıkıp kollarımı boynuna sararken onu geri ittim, sırtını ben yaslayıp sertçe dudaklarını kavradım. Yüksek sesle inleyip altdudağımı emdi. "Kapıları kapatıp bağırtayım mı seni?" diye sordu, elini bacaklarımın arasına götürerek. Bacağımın içini sıkınca dudaklarına doğru inledim. "Adımı söyleyene kadar çığlık attırayım mı sana?"
Dudaklarını boynuma kaydırarak yerlerimizi değiştirdi ve benim sırtımı asansöre yaslayıp kollarımı başımın üzerine kaldırdı. Asansördeki hareketin farkındaydım ama ondan başka şeye odaklanamıyordum. Aramızdaki bu ilkel davranış ve istek bir anda ortaya çıkıyordu, üzerinde durup düşünemiyorduk. Sessizce inleyip kendimi ona sürttüğümde, boynumda iç geçirip bacağımın arasını bir daha sıktı. "Elbisenin uçlarını kaldır, altına girmek istiyorum."
Bir elim serbest kalınca bacaklarıma dökülen elbiseyi yukarıya çektim. Deren boynumdan biraz uzaklaşıp nefes nefese aşağıya, açtığım çamaşırıma doğru bakıp yüzünde karanlık bir ifadeyle inledi. Alnını alnıma yaslayıp pantolonunun önündeki sertliği bacaklarımın arasına yasladı ve ikimiz de inleyince gözleri ardına kadar kapandı. Başını arkaya atıp kendini o noktaya bastırırken elbisemin eteği tekrar düşüp önümüzü kapattı, yaptığı o şeyi gizledi. Dudaklarımı, muhtaçmış gibi çenesine bastırıp onun sertliğini karşılarken deli gibi nefes alıp veriyorduk. Kemerinin soğuk metali çıplak karnıma değince ve sertliği çok hassas bir noktaya dokununca istemsizce inledim. Deren kafasını tekrar öne atıp avucunu ağzıma kapattı ve sırıtıp inleyerek, "Abilerin görürse ya onlar beni öldürür ya da ben onları," dedi.
"Ben seni korurum,” dedim.
"Kendine zarar verme, lütfen," dediğini duydum ve gözlerimi açıp ona bakıyordum ki, asansör kapılarından çıkan sesi fark ettim. Gözlerimi kırpıştırıp Deren'i sertçe üzerimden ittim ve onun sırtı karşıya çarparken, ben de bakışlarımı kapılara diktim.
Asansör kapıları tamamen açılınca Yaman başını kaldırdı ve bizi görünce duraksadı.
Yüz ifadesi ilk birkaç saniye durağan kaldı ve sonra bakışları üzerimde, saçlarımda dolaştıktan sonra Deren'e döndü. Onun üzerine, nefes nefese haline bakıp ellerini beline koydu. "Ben her defasında buna maruz kalmak zorunda mıyım?"
Saçlarımı hızlıca düzeltip omzunun üstünden koridora baktım. Giriş katına gelmiştik. Deren genzini temizleyerek dışarıya çıktı. "Neyden bahsettiğini anlamadım."
"Gerçekten, asansörde mi?" dedi Yaman, her ikimize de bakarak.
Deren sorarcasına bana döndü. "Neyden bahsediyor bu, sen anlıyor musun?"
"Hayır, ben de anlamadım."
"Siz... şey yapıyordunuz işte," dedi Yaman, kaş çatarak.
"Ney?" dedi Deren, anlamamış gibi. Kolunu onun omzuna attı. "Patronumla asansörde ayaküstü toplantı yaptık, hepsi bu."
Yaman bir omzundaki kola, bir de bana baktı. "Yanlış anladım galiba,” dedi şüpheyle.
"Sen ne anlamıştın ki?" dedim.
Yaman aynı kuşku ile Deren ve bana bakıp omzunu silkti. "Siz... son günlerde çok yakın olunca benim kafam karıştı sanırım."
"Olur öyle şeyler," diyerek Yaman'ın omzuna iki kez vurdu Deren ve kolunun altında onunla ilerlemeye başladı. "Ee sen nasılsın? Dün göremedim seni, neler yaptın?"
"Sabah arayıp küfredip telefonu kapattın, küfredeceğine halimi hatırımı sorsaydın."
"Sinirlenmiştim, senden çıkardım," dedi Deren, ona sertçe bakarak.
"Manyak," dedi Yaman ona ve yüzüne bakarken bir duraksadı. "Burnuna n'oldu senin? Kavgaya falan mı karıştın?"
"Aa, o mu? Açarken kapıya çarptım ya," diye salladı Deren.
Onlar sokak kapısına ilerlerken ben asansörde kaldım. Yukarı çıkmak için tuşa dokundum ve kapılar kapanırken Deren'in omzunun üstünden bana baktığını gördüm. Göz kırptı.
Sevgilim evden ayrılırken ben de direkt en üst kata çıktım. Koridorda koşarak Karina'nın kapısından içeriye girdim. Duvar saatine bakınca henüz on bir olduğunu gördüm, yalnız birkaç saat uyumuştum. Kızımın yanından kısa süreli de olsa ayrılmış olmak tekrar kötü hissettirdi bana.
Gerçekten Sara mı yapmıştı?
"Bulacağım Karina. Annene güven, olur mu? Her şeye rağmen…”
Bunları düşünürken kapı açıldı. İçeriye girenin Dante olduğunu görünce karışıklığımın sonuca ulaşması için, "N'oldu?" diye sordum. "Sara ne anlattı?"
Kızıma bakarken merhametli göründü, bana dönünce, "Aşağıda konuşalım," dedi.
"Buradan ayrılamam," dedim. "Karina'mdan ayrılamam."
"Konuşmalıyız," dedi ciddiyetle. "Çocuğun yanında mı konuşalım? Ben... bakmıştım, komadaki insanlar hissedebilirmiş. Yanında bunlardan bahsetmeyelim." Abim kararsızlığımı görüp, "Enrica çıkıp birkaç dakika burada kalır," dedi.
Düşünceli şekilde dudağımı ısırdıktan sonra hâlâ koltukta duran çantamdan telefonumu aldım. Kamerasını açıp telefonu görünmeyen, kör bir noktaya koyup kaydı başlattım. "Tamam, Enrica'yı çağır," dedim ve abim aşağı inmek yerine bir telefon açıp onu çağırınca Enrica hemen geldi.
"Ben birkaç dakikaya döneceğim, sakın yanından ayrılma," dedim kameradan bahsetmeyerek. "Kapı açık kalsın, herhangi bir şey olursa hemen seslen bana."
Enrica içeriye iki adım atıp köşede dikilmeye başladı. "Tabii efendim."
Aklımı ve kalbimi her zaman olduğu gibi kızımda bırakarak odadan çıktım. Stresli şekilde aşağıya indim. Ne konuşacaksak konuşup hemen yukarıya dönmek istiyordum. Salvador'un da salonda dört döndüğünü görüp, "N'oldu?" diye sordum.
Salvador abim bize döndü ve Dante kendisine bir puro yakıp sinirle cama yürürken, "Sara hâlâ yapmadığını söylüyor," dedi. "Odasında, telefonunda hiçbir şey çıkmadı."
Yukarıya, en üst kata doğru bakıp, "Başka bir telefonu varsa?" dedim.
"Çıkmadı işte," dedi Dante.
"Angel ile Marianne'yi dışarıya çıkaran korumalar da Orlando'nun adamlarının nereden çıktığını bilmediklerini söyledi, takip edildiklerinden bile emin değiller." Salvador abim stresli şekilde yüzünü ovaladı. Benim gibi onun da aklı ve kalbi yukarıdaydı. "Belki de Orlando'nun adamları en başından beri oradaydı, gelmelerini bekliyorlardı. Sonra saldırdılar. Orlando, ondan kadınını aldığımızı düşündüğü için... Angel'ın canını almaya çalıştı."
"Gece Orlando'nun evine baskın yapmıştınız, n'oldu?" diye sordum Dante'ye.
"Evde bulamadık.” Purosunun dumanını üfleyip camları sürükleyerek açtı. "Korumalarına da söylememiş nereye gittiğini. Çok yakında bulup öldüreceğiz."
"Onu daha önce öldürmeliydik!" diye bağırdı Salvador. "Benim sorumsuzluğum yüzünden karım incindi. Benim risk alma şansım yok, nasıl yaptım böyle bir hata?"
"Eğer korumaların dediği gibiyse, zaten Orlando'nun adamları orada Angel ile Marianne'yi bekliyorsa evden birisi haber verdi demektir." Olayların beni getirdiği sonuçtan emin şekilde başımı salladım. "Karina'nın fişini çeken de odur. Orlando çektirmiştir belki de."
"Evet," dedi Salvador, bana katılarak. "Casus var."
"Sara," dedim bir daha. Dante'ye baktım. “Konuşturmanın yolunu bulmalısın."
Dante, cam kapıyı ayakkabının ucuyla eşeleyip bana döndü. "Ne yapmamı önerirsin?"
"Diğer herkesi nasıl konuşturuyorsak onu da o şekilde."
"O diğer insanlarla bir mi?" dedi. Dudakları ve yüzü bembeyaz olmuştu. "Bizim çalışanımız. Eğer ona eziyet etmek gibi bir hata yapıp... üstüne suçsuz olduğunu fark edersek... nasıl yüzüne bakacaksın?"
"Kızımın da yüzüne bakamıyorum!" diye bağırdım. Kalbim buz gibiydi. "Ne yapabilirim bu durumda? Başka kimi sorgulayabilirim? Kadındı görüntüdeki işte! Ya korumaları sorgulayın eve kadın almışlar mı diye ya da Sara'yı! Bu iş çabuk çözülsün, kim yaptıysa öldürmek istiyorum!"
"Sara'ya eziyet etmeyeceğim!" diyerek purosunu fırlattı Dante.
"Peki yeğenine yapılan? Ona yapılan eziyet! Onun öldürülmek istenmiş olması? Hiç mi canını yakmadı abi?"
Yüzü daha de beyazladı. "Nasıl böyle düşünürsün, Karmen? Çok korktum tabii ki!"
"O zaman Sara'yı konuştur! Ben de buna bayılmıyorum ama kızımın hayatı sözkonusuyken şansa bırakamam." Karina'mı şansa, birinin merhametsizliğine, soğuk kalbine bırakamazdım.
"Neden Sara'yı bu kadar fazla koruyorsun?" diyen Salvador'u duyunca bakışlarım ikisi arasında dolaştı. Bu soru hiç oluşmamıştı kafamda. Çünkü kızımla çok ilgileniyordum, başka bir şey düşünemiyordum.
Dante geri adım atarak kafasını iki yana salladı. "Yıllarca bize hizmet etti, hiçbir kusurunu görmedik. Bize olan fedakârlığına böyle karşılık veremeyiz."
"Aptal mısın, durduk yere mi yapıyoruz? Konuşması lazım ki ölüp ölmeyeceğine karar verelim!" Salvador abim o kadar çok bağırıyordu ki ben ve Dante araya girmeyi denemedik bile. "Enrica, buraya in!"
Sesi üst katlara kadar ulaştı ve bir dakika içinde, "Efendim?" dedi Enrica, merdivenleri nefes nefese inerek.
"Sara'nın yanına git. Onu konuşturun."
Enrica son basamağı da inip sokak kapısına ilerliyordu ki, "Tamam," dedi Dante, Salvador'a engel olamadığı bir öfkeyle bakarak. "Ben konuşturacağım, tamam!"
"Akşama kadar vaktin var," dedi Salvador ve kafasıyla kapıyı gösterdi. "Kaybol."
Dante süratle kapıya ilerledi. Karşı koyuşundaki şiddeti daha sonra düşünmeyi aklıma yazarak arkama döndüm ve abime baktım. "Angel nasıl? Kendine geldi mi?"
"Bir ara uyandı, biraz konuştuk," dedi. Bakışlarını ve yüzünü benden gizledi. Üzgün olduğu için bunu yapıyordu. "Söylediğin ilaçları verdim, tekrardan uykuya daldı." Yalnızca bir saniye baktı gözlerime. "Canı daha ne kadar yanacak?"
"Bir süre acısı olur. Tabii, yengem nazlı olduğundan birkaç ay sızlanıp durabilir."
Abim karısının o halini hayal etmiş gibi dudaklarını kıvırırken ben de koşarak asansöre gittim. İndiğimde de kendimi Karina'nın odasında buldum. Kapıyı kapatıp kızımla yalnız kaldım, dünyada en sevdiğim insana yaklaşıp sarılamadan, dokunamadan izledim. "Seni alıp gerçekten manastıra mı gitmeliyim? Büyükbabam orası için Tanrı'nın evi diyor? Belki böylelikle seni daha iyi korurum."
O gün akşamına doğru eve bir daha Angel'ı kontrol etmek için doktor geldi, ben odadan çıkmadım. Karina'm duymuyor, konuşmuyor olmasına rağmen ondan hiç sıkılmadan birçok şey anlattım. Bakmaktan, nefes alıp verişlerini izlemekten sıkılmıyordum. Bir ara onu çok az yalnız bırakmam gerekti, üstümü değiştirdim ve odaya geri dönerken Karina'ma da bir elbise getirdim. Üzerindeki çarşafı kaldırıp kızıma Angel'ın aldığı, üzerinde ayıcık resimleri olan, önden düğmeli elbiseyi kablolara dikkat ederek giydirdim. Öndeki son düğmesini kapatırken de gözlerim böbreğindeki dikiş izlerine kaydı, titreyen ellerime iki damla gözyaşı düştü.
"Ne yaşarsak yaşayalım... Hiçbir şey ve hiç kimse bizim birbirimize olan aşkımıza engel olamaz değil mi?" Örtüyü omuzlarına örttüm. "Her şeye rağmen beraberiz, Karina'm. Ben senin sesinim, sen benim hissimsin. Ben senin konuşamadığın her şeyi anlayabiliyorum, sen de benim hissettiğim her şeyi."
Koltuğa oturup onun bakımını yaptım. Hijyenik mendillerle yüzünü, vücudunu sildim. Sonra bir tarakla saçlarını, canını hiç acıtmadan taradım. Saçlarının iki yanına sarı renkli tokalar taktım. Yanaklarını okşayıp kollarından öptüm. "Artık duygularım karmakarışık oldu Karina'm. Tek istediğim senin huzurun, saadetin. Benim kızım olmanın verdiği acıyla yeterince yaşadın, artık yalnız huzurlu olmanı istiyorum."
Ondan ellerimi çekmek çok zordu, üstelik aylarca özledikten sonra. Ama yapmalıydım, az dokunmalıydım. Onu izlerken doktorun verdiği evrakları inceledim, gerçek bir umut kırıntısı aradım.
Gece olduğunda Salvador birkaç kez yanıma uğramıştı. Enrica da yemek getirmişti. Onu, yemekle beraber geri göndermiştim.
O gece de önceki gece gibi uyuyamadım. Kızımı izledim. Dünyanın en güzel şeyiydi onu, nefes alıp verişini, kalp atışını izlemek. Ah bir de şöyle sıkıca sarılıp uyuyabilsem bununla... Ama hayır, ben kızımın bana verebileceklerine razı olacaktım. "Hatırlıyor musun, bir gün yürümeyi öğrenirken yere düşüp canını acıtmıştın. Yanına gelince ağlamamak için dudaklarını büzdüğünü, dizini tutup bana baktığını gördüğümde... ne kadar güçlü bir kız olduğunu anlamıştım. Belki de... bana o kadar güveniyordun ki, acını geçireceğimi biliyordun."
O gece, nihayet sabah olduğunda hâlâ Karina'm ile konuşuyordum. Günün ilk ışıkları odaya düşerken dışarıdaki araba seslerini duyup doğrulmuştum. Camdan baktığımda Dante'nin arkasında bir araçla daha geldiğini gördüm. Kızımın odasından, kapısını kilitleyerek çıktım ve aşağıya indim. Dante'ye malikânenin kapısını açtım. Aracından yorgun şekilde inip buraya yürürken beni görüp duraksadı. Ceketi elindeydi.
"İtiraf etti mi?" diye sordum.
Çatık kaşlarıma baktı. "Yapmadığını söylüyor. Ben... ona inanıyorum."
"Ona inandığın için işkence etmedin, değil mi?" diye sordum.
Sabah güneşine rağmen soğuk rüzgârı saçlarını uçuştururken bana doğru ilerledi. "Konuşturmak için yeterince şey yaptım, daha fazlasını yapamam."
"Salvador abim korumaların hepsiyle konuştu, arka bahçe güvenlik kameralarını taradı, başka hiçbir şey çıkmadı." Sakin sakin anlattım. "Ne yazık ki tek şüpheli o."
"Şüpheli olduğu için değil, aileden olmadığı için suçlanıyor," dedi. "Aileden olsaydı bu kadar kolay suçlayamazdın."
Soğuk hava tenime lastik gibi çarparken dişlerim arasından acı bir soluk aldım. "Aileden olsun ya da olmasın, kızımı öldürmeyi deneyeni öldürürüm."
"Karina için... ben de."
"Konuştuğun gibi davranmıyorsun," diye azarladım.
Başını önüne eğip ayağını sertçe yere vurdu. "Bekleyelim, pişman olacağın bir..."
"Enrica," diye seslendim abimin omzunun üzerinden. "Arabamı hazırlat, evden ayrılacağım."
Dante, yüzüme uzun uzun bakıp bir şey demeden dikilirken Enrica derhal bir korumaya seslendi. O sırada arazi kapıları açılınca kimin girdiğine baktım. Deren'in arabasını görünce de şaşırmadım. Doğrusu bir çalışan gibi değildi, istediği saatte gidip geliyordu ama dünden beri sürekli geri dönmesini beklemiştim.
Dante de onun geldiğini görüp yanımdan geçerken, "En büyük şüpheli o," dedi. "Gece siz beraberken, o seni oyaladı ve belli ki içeriye bir kadın soktu. Bir süredir koruman olduğu için kör açıları da biliyordur, kadın kameralara görünmeden girmiştir."
"Yapmaz," dedim. "Ben ona ne yaparsam yapayım o bana bunu yapmaz."
"Neden, aptal mı?"
Hayır... âşık.
"Fiş çekildiğinde Karina'nın yaşamaya devam edeceğini biliyordu," dedi bir daha, yüzüme dikkatle bakarak. "Seni korkutmak için yaptı, anlasana! Sen onu böyle korkuttun çünkü. Kızının öldüğünü düşündürdün ona."
Abimin birbirini lego gibi güzelce tamamlayan düşüncelerine rağmen, "Hayır," dedim. "Deren merhametli ve şefkatli birisi. Asla böyle bir acı vermez bana."
Abim, ona hiç inanmamam karşısında kırılmış ve bir o kadar da kızmış gibi başını salladı. "Peki kardeşim, umarım canı yanan sen olmazsın."
O eve girip uzaklaştığında kalbini kırmış olmaktan huzursuz şekilde önüme baktım. Deren’le beraber Yaman da buraya geliyordu. Konuşarak bana döndüklerinde Deren'in gergin yüzünü bir yumuşaklık kapladı. Karşımda durunca üzerime, giydiğimden taktığıma kadar, saçlarımın dağınıklığından nefesimin sesine kadar inceledi. "Erken gelmişsin," dedim.
"İş aşkıyla yanıyorum, biliyorsun," dedi, omzuma uçan saçları arkaya atarken.
Aramızda sıcak, yoğun bir bakışma yaşandı.
Yaman'a döndüm. "Sen de erkencisin."
"Ben de iş aşkıyla yanıyorum," dedi Deren'e bakarak.
"Harikasınız beyler," diyerek ellerimi çırptım. "O zaman iş yapmaya gidiyoruz."
"Nereye?" diye sordu Deren.
"Sara'nın yanına."
Yaman üzgün bir ifadeyle bana döndü. "Deren anlattı, geçmiş olsun. İyi mi bizim cimcime?"
"Cimcime?" diye sordum, bu kelimenin anlamını bilmiyordum.
"Küfretti," dedi Deren, işaretparmağıyla onu göstererek.
Yaman'ın yüzünde bıkkın bir ifade oluşunca Deren'in yalan söylediğinden emin oldum. "Karina iyi, teşekkürler," diyerek Deren'e baktım. "Enrica arabayı hazırlatıyor, yardımcı ol."
"Bir arabayı kaç kişi hazırlayacağız?" diyerek gözlerini devirdi.
Yaman gözlerini kısıp dikkatini bizden başka noktaya vermeye çalışırken Deren'in çenesini uyarır gibi sıktım. "Ben ne söylersem o. Korumamsın. İkiletmeyeceksin. Emrediyorum, arabayı hazırlat."
Gözleri aşağıya inip çenesini tutan parmaklarıma odaklanınca bakışlarında karanlık bir mizah parladı. Başını, beni anlıyormuş gibi aşağı yukarı salladı. "Emrinizi yerine getirmeden önce bir şey diyebilir miyim?"
"Ne diyeceksin?" diye sorarken pürüzsüz yanağını okşadım.
"Yalnız."
"Sanki benim varlığım yokluğum cilveleşmenize çok fark ediyor," diye homurdanarak merdiven basamaklarını indi Yaman ve bizi yalnız bırakmış oldu.
Deren onun gidişini izleyip, "Arada güldürüyor beni piç," dedi.
Aralarındaki nefret ilişkisinin birbirlerine duyduğu bir sempatiye dönüşmesini ben de beklemezdim açıkçası. Hâlâ dönüşmüş değildi ama umut vardı. Deren etraftaki korumalara da bakıp dirseğimden nazikçe tutup beni eve çekti. Kapının arkasına geçtiğimizde de gülümseyip ellerinin tersini yüzümde, saçlarımda dolaştırdı. "Günaydın sevgilime."
Mesafeli koruma tavrından samimi âşık tavrına geçişini takip ederek ellerimi ceketinin yakalarına koydum. Temiz ve ütülüydü kıyafetleri, pürüzsüz bir şekilde üzerinde taşıyordu. Omuzları o kadar genişti ki dakikalarca öpsem bile bitmez gibiydi. Üstelik bu kez R işlemeli kravatını da takmıştı. "Günaydın. Takım elbisen çok güzelmiş, bayıldım." Gerçekten harika görünüyordu.
"Noah'tan çaldığım paralarla aldım," dedi.
Burnumu kırıştırdım. "Gerçekten mi?"
Omzunu silkti. Sanırım emin olmamı istemiyordu ve biraz ortalık karıştırıyordu.
"Sadece günaydın demek için mi yalnız kalmamızı istedin?" diye sordum bu kez de.
"Bir de bunun için," diyerek elini ceketin iç cebine attı. Göğüs cebinden bir kâğıt çıkardı ve katlarını açıp bana uzattı. İlgilenerek kâğıdı çekip aldım.
Asla ölmesine izin vermeyeceklerim listesi:
Nil.
Karmen ile Karina.
Kâğıda attığı başlığa ve isimlere bakarak bir küçük şaşkınlık yaşadım. Benim öldürülecekler listemin aksine o asla ölmeyecekler listesi yapmıştı. Kızımla beni kâğıtta bile ayırmamış, yan yana yazmıştı. "Karina'yı da eklemişsin," dedim.
"O ölürse... sen de ölürsün," dedi kısık bir sesle.
Kalbim bir sıkışmayla göğsümü acıtırken güldüm. "Utku'yu yine eklememişsin."
Göz kırptı. "Böyle söyleyeceğini biliyordum."
Kâğıdı elimden alıp arkasını çevirdi. Kocaman Utku yazıyordu. Onu elbette unutmamıştı, yalnızca beni kandırmıştı. Kâğıdı göğsüne vurdum, sonra katlayıp sıkıca tuttum. "Bunu Yaman'ın yanında da verebilirdin."
"Kendi adı yazmıyor, bu yüzden ağlayabilirdi," dedi.
"Ağlaması hoşuna giderdi," dedim.
Durdu. "Siktir, doğru."
Geri çekiliyordum ki, "Bir de bunun için geldim," diyerek beni kendisine çekti. Ellerini elbise eteklerinden içeriye soktu. Gözlerim önce ardına kadar açıldı, sonra vücudumda patlayan enerjiyle beraber kapandı. Yüzüm boynuna yaslanırken Deren kendini uyluklarıma sürterek bacaklarımın arasına yasladı. Saçlarımın arasında iç geçirip avucuyla kalçamı sıkarken, diğer bir elini de belime dolayıp sırtımı kavradı. "Sana böyle sıkıca sarılmadan güne başlamak istemedim."
Elimi güçlü ve sert kolunda gezdirirken geçtiğimiz gece onun vücuduna attığım çizikler geldi aklıma. "Sen bana böyle sarılınca yaralarım da sarılıyor," diye itiraf edip başımı önüme eğdim. İçinde doğduğum hayatın bir getirisi olarak söylenen her duygusal şeyin bir zayıflık olabileceğini düşünerek büyümüştüm.
"Gerçekten mi?" diyerek sırtımı okşadı.
"Hıhı. Gerçek."
"O zaman... ölmeyeceksin, değil mi?"
Sorusunu duyunca başımı, içim titreyerek kaldırdım ve aynı anda sert bir homurtu duyup irkildim. Noah huysuz bir sesle, "Ellerini kardeşimden çek," dediğinde Deren'i göğsünden itip uzaklaştım.
Deren kayıtsızca başını merdivene kaldırdı. Ben de omzumun üstünden Noah'a baktım. Üzerine yeni takımını giymişti. Marianne de yanındaydı. Deren ceketinin yakasını düzeltip onlara selam verdi ve bana göz kırpıp abimi biraz daha delirttikten sonra, "Dışarıda bekliyorum efendim," dedi.
O kapıdan çıkarken Noah gergin şekilde bana döndü. "Nereye?"
"Sara'nın yanına," dedim. Deren gidince birkaç dakikadır hissettiğim yumuşaklık da kaybolmuştu. "Dante onu konuşturamamış, ben yapacağım."
Noah birkaç saniye boyunca ifadesizce suratıma bakarken Marianne başını önüne eğdi. Belli ki hâlâ kavgalılardı. Salvador'a haber vermek için asansöre yönelirken, "Biz de gelelim," dedi Noah.
"Biz?"
Çenesiyle Marianne'i gösterdi.
Garipsedim. "Neden geliyor?"
"Bence de," dedi Marianne, Noah'a hüzünlü bir bakış atarak. "Gelmeyeyim."
Noah ona bakmadan, "Arabaya geçiyoruz," dedi.
Onlar kapıya ilerlerken Marianne'in üzerinde uçuşan açık sarı elbiseye baktım, ipek bir elbiseydi. Saçlarını tepesinde bağlamıştı. Asansöre binip üçüncü kata çıktım, Salvador'a Karina'nın yanında olmasını, asla da ayrılmamasını söyledim. Beni anlayışla karşıladı, Karina ve Angel'ın kendisine emanet olduğunu söyledi.
Kızımın yanına gidince huzursuzlandım, onu tekrar bırakmak istemeyerek odada birkaç tur attım. Fakat öğrenmem de gerekiyordu, suçluyu bulmadan kızımın güvenliğinden emin olamazdım. Bu yüzden Karina'mı abime emanet ettim, odaya geçip topuklu ayakkabılarımı giydim ve çantamı alıp evden ayrıldım.
Deren evin kapısı önünde beni bekliyordu. Ben gözlüklerimi takarken arabama kadar eşlik etti. O sırada Dante'nin de Noah ile aynı arabada olduğunu görmüştüm. Deren'in açtığı kapıdan koltuğa yerleştim, Yaman aracı kullanmaya başlarken Deren de yanıma oturup arkasına yaslandı. Çantamı ve ceketimi aramıza koyup aklım kızımda olduğu için huzursuzlandım, avuçiçlerimi sertçe kaşıyarak geri dönmemek için direndim.
Evde yalnız Salvador kalmıştı.
Kimsenin eve girmesine izin vermezdi.
Sorumluyu öğrenmek için evden ayrılmaya mecburdum.
Yaman, söylenen istikamete ilerlerken yüzüme yaklaşan bir müdahale hissettim. Deren önüme düşen saçlarımı parmaklarının tersiyle alıp kulağımın arkasına koydu. "İyi misin, sevgilim?"
"Karina," dedim, sanki birisinin bunu sormasını bekliyormuş gibi. "Aklım, kalbim onda."
"Bir saate döneriz, uzun sürmez.”
"Evet ama..." midemdeki ağrı yüzünden durdum. "Keşke Slenderman[1]'ı da alsaydım, Sara ondan korkuyordu."
Gerildi. "O kim? Adını bir daha duymuştum."
"Doğru, sen hâlâ yılanımla tanışmadın," dedim. Doğrusu bir süredir ben de yanına uğramamıştım. "Seni Slenderman’la tanıştırmamıştım."
Deren inatçı saç tutamını bir daha yüzümden alırken birkaç saniye sessiz kaldı. "Süleyman yılanının adı mı?"
"Ne Süleyman'ı? Slendarman." Ona dik dik baktım.
"Süleyman işte," dedi.
"Süleyman kim ya? Padişah değil miydi o?"
Yaman ön koltuktan, "Türkiye tarihini de biliyor," dedi. "Olur bu kızdan, Deren."
"Önüne dön puşt," dedi Deren ona.
"Babandır puşt," dedi Yaman da.
"Vururum seni," dedim Deren'e.
"Ruh hastası," dedi bana ve saçlarımı okşamaya devam ederek cama döndü. "Süleyman koymuş adını ya..."
Kollarımı göğsümde kavuşturup camdan dışarıya baktım. Yaman arabayı hızlı kullanıyordu ama daha da hızlı olmak istiyordum. Abimi aradım, bana Karina'nın yanında olduğunu söylediğinde de rahatladım. Zaten ayrılmadan önce Karina'nın odasına bir kamera yerleştirmiştim, en kısa sürede de uzaktan izlenen kamera ayarlayacaktım.
Araç durduğunda geldiğimizi anladım. Dante, Sara'yı boş bir depoda, korumalarla beraber bırakmıştı. Sicilya'nın deniz kıyısına yakın, terk edilmiş bir marinaydı. Araçlarımızdan inip o depoya yürürken çantamı Deren tutuyordu ve abilerim de arkamdan geliyordu. Enrica deponun kapısını benim için açarken silahımı arkamda tutarak içeriye girdim.
Deren, abilerim ve Marianne de bizimle içeriye girerken en önde olan bendim. Kapıyı açtığımda Sara'yı direkt bir ranzanın üzerinde gördüm. Bağlı bile değildi, dizlerini kendisine çekmiş oturuyordu. İçeride üç iri koruma vardı, hepsi bize dönmüştü. Sara kapı sesiyle kalktı, üzerinde hâlâ o günkü kıyafetleri vardı. Ranzadan inerken, "Efendim," diye fısıldadı. Çok yorgun, ağlamış ve üzgün görünüyordu. "Gelmişsiniz... Kimin yaptığını buldunuz mu?"
"Bulacağım,” dedim.
Sara ayağa kalkıp birkaç adım atmışken duraksadı, gözlerindeki cam gözyaşlarıyla yıkıldı ve kırgın duygular yanaklarına aktı. "Ben yapmadım," dedi. Bana yaklaşınca korumalardan birisi ona ilerledi. "Sizin kızınıza, bu aileye asla zarar vermem."
Bana bir adım daha atınca korumalardan birisi onu tuttuğu gibi yere, dizlerinin üstüne çöktürdü. Sara, zaten iyi olmadığı için karşı koyamadı. Dante'nin yanıma yaklaşan adımlarını görünce ondan tarafa baktım, sert şekilde Sara'ya ve yanındaki korumaya bakıyordu. Önüme tekrar dönüp Sara'ya yaklaştım, karşısında durunca biraz eğilip, "O saatte uyanıktın, kameraya yansıyan bir kadındı ve eve başka kimsenin girdiği tespit edilmedi," dedim. "Benim yerimde olsaydın ne yapardın, Sara? Kızın için tehlikenin ihtimalini bile ortadan kaldırmak istemez miydin?"
Arkamdaki gergin soluk alıp verişleri duydum ve birinin daha yaklaştığını fark ettim. Noah'tı, Sara'ya üzüntü ve acımayla bakıyordu. Sara omuzlarını bir daha düşürüp ellerini çenesinin altında birleştirdi. "Efendim, beni öldürseniz bile tehlike ortadan kaybolmayacak! Çünkü ben yapmadım! Karina'ya zarar veren her kimse hâlâ o evde olacak!"
Sara'nın yapmış olduğuna tamamıyla inanıyor değildim, hâlâ başka ihtimalleri düşünüyordum. Sara'yı o evde barındıramazdım ama... emin olmadan onu öldüremezdim de. Fakat bildiği bir şey varsa veyahut kendisi... bir sebepten bunu yaptıysa öğrenmem lazımdı. "Üzgünüm, kızımı korumak için seni öldürmek zorundayım," dedim.
Nefesi kesildi ve gözlerini alnına hizalanan silaha dikerken gözyaşları yüzünde dondu. Elleri kucağına düşerken omuzları titredi. Soğukkanlı görünmeye çalışıp parmağımı tetiğe yerleştirdiğimde, "Sara," dedi Dante ve ona yaklaştı. Hiçbir duygu sezdirmeden sertçe konuştu. "Birisi seni bir şeye zorladıysa söyleyebilirsin. Veyahut birisini gördüysen anlat, hatırlamaya çalış..."
Sara'nın gözleri çaresizlik ve kırgınlıkla abime dönerken, "Dante," diye fısıldadı. Hemen sonra ise, "Efendim," diyerek ekledi. Soğukta üşümüştü, elleri mosmordu. "Kimseyi görmedim, ben yapmadım. Beni suçlamaktan başka çareniz olmadığını biliyorum ama... ben Karina'ya zarar vermedim. Ne sebebim olabilir ki?"
Dante hızla doğrulup arkasını döndü, ensesini kaşıyarak uzaklaştı. Gözlerinin kısa bir an girişte duran Deren'e uğradığını gördüm, ona öfkeyle bakıyordu. Deren de onun bakışlarını görüp dik dik karşılık verdi. Öleceğini bilse dahi abilerimi karşılıksız bırakmıyordu.
"Sara," diyerek bağırdım ve silahın namlusunu çeneme vurarak onun etrafında döndüm. "Madem bana anlatacak farklı bir şeyin yok, seni öldürmek zorundayım. Yaşadıklarından sonra... kızıma bir daha acı verecek her şeyi silerim."
Sara umutsuzca yerden kalkmaya çalıştığında, gözlerimi kapatarak saçlarından tuttum ve onu bir daha yere oturturken Marianne'nin çığlık attığını gördüm. Noah dönüp ona bakarken Dante de bize doğru çevirmişti başını. "Belki kazayla olmuştur," dedi ve üzerimize doğru yürüdü. "Ayağı çarpmıştır, fiş prizden kazayla çıkmıştır..." Karşımızda durunca Sara'ya kaşlarını çattı. "Değil mi Sara? Böyle olmuştur belki? Anlatmaya korkmuşsundur..."
"Ben… ben…" diye kekeledi Sara, saçları avuçlarımdayken.
Dante sabırsızca, "Değil mi Sara?" diye kükredi.
Sara bir anda başını sallamaya başladı, hıçkırarak ağlayarak, "Evet," dedi. "Ev... evet efendim! Kazayla yaptım, ayağım kabloya çarptı... Fiş çıkınca çok korktum…"
Dante onu destekler gibi başını sallarken ben öfkeyle abime bakıyordum. Sara'ya bilerek yalan söyletiyordu, kendini kurtarması için yardım ediyordu. Öfkeyle silahımın hedefini değiştirdim ve abimin başının üstüne yönelttim, tetiğe dokunup kurşunu sıktım. Abimle aynı anda diğerleri de irkilip gerilerken Dante, ellerini kafasına koyup eğilerek dehşetle bana baktı. "N'apıyorsun!"
"Benim aklımla oynamayın!" diye bağırdım ve hiç beklemeden silahımı çığlık atan Sara'ya yönlendirdim. Parmağım tetikteyken acımasızca çenemi kaldırdım. "Kimse Karina'ya zarar veremez, bir daha olmaz."
Parmağım tetiğin üzerinde bir küçük baskı oluşturdu ve içeriyi tiz nefes sesleri doldururken, "Yapma," diye bu kez başka bir ses duydum. Başımı, bunu söyleyen Noah'a çevirdim ve onun dolmuş gözleri, sert yüz hatlarıyla karşılaştım. Tek kaşımı kaldırdım ve tüm bakışlar kendisine yönelirken silahını bel kısmından çıkarıp emniyet kilidini açtı.
"Sen mi yapacaksın?" diye sordum.
"Evet," diye fısıldadı ve gözlerini bir kırmızılık, gözyaşlarıyla kapladı. Bunu der demez Sara'ya bakıp sol çaprazına döndü, silahını kaldırıp hedef aldı. İrkildim ve herkesle aynı anda abimin hedefine baktım. Sara'ya dönmesini beklediğim silahın adresi, abimin âşık olduğu kadındı. "Sara değil, Marianne yaptı. Fişi o çekti."
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...